top of page
Search
  • celikozgur

SEÇİMLER(İMİZ) ÜZERİNE

Updated: Jun 10, 2021

Sürekli seçimler yapıyoruz, bazıları neyi seçtiğimizin farkına vararak bilinçli yaptığımız, bazıları da bilmeden, otomatik olarak yaptığımız bilinçsiz seçimler. Önümüze gelen ya da getirilen, çoktan seçmeli şıklar arasından doğruyu seçmeye çalışıyoruz. Her gün yaptığımız bireysel seçimlerin yanında, dönem dönem de toplu olarak seçimler yapma durumunda buluyoruz kendimizi.

Peki seçim yapmak ve karar almak arasında fark var mıdır? Seçenekler ve düşünceler arasından birini seçmek durumunda kalarak yaptığımız seçimlerle, daha derinlerden gelen, alındıktan sonra soru işaretlerinin kalmadığı, şüphelerin dindiği, emin olduğumuz, beraberinde derhal eyleme geçtiğimiz kararlar arasında nasıl farklılıklar vardır? Seçim yapmayı zorlaştıran, seçeneğin zincirleme bir şekilde yol açabileceği sonuçları görememek, hangi sonuçları yaratmak istediğimizden emin olamamak olabilir mi? Peki aldığımız kararların doğruluğunu bize sezdiren ve bildiren, o kararların içimizde bölünmenin olmadığı, bir ve bütün olduğumuz, net gördüğümüz ve emin olduğumuz bir alandan geliyor olması olabilir mi?

Evet, toplu olarak seçim yaptığımız bir dönem daha geçti. Temelde yöneten zihniyete tamam mı devam mı densinin seçimiydi bu. Birilerinin başa gelerek ya da başta kalarak, toplumu ferahlatıp, özgürleştirip, mutlu edeceği beklentisi ve yanılsamasıyla oylar verildi. Devamcılarla değişimi belki de yeterince istemediğinin farkında olmayan tamamcıların el birliğiyle , seçimler alışılandan, süregelen rutinden yana sonuçlandı. Sonuçlara bazıları sevindi, bazıları yerindi, bazıları da olanı anlamaya çalıştı.

Peki gerçekte olan neydi? Moda tabirle seçmen ne mesaj vermek istemişti :)

Seçmenin kollektif olarak vermek istediği bir mesaj var mıdır bilemem ama ben vermek istediğim mesajı biliyorum.


Şimdi ben anlatayım, düşünerek dinle; öğren ve senin için bu düğüm çözülsün;

(men emdi ayayın eşitgil ögün, sen ögren yazılsu sanga bu tügün. Kutadgu Bilig, 4029)

Rutin seviciliğimizle ilgili olarak sinirbilimci Joe Dispenza diyor ki: “Birçoğumuz aynı düşünceleri düşünmeye, aynı duygulara sahip olmaya ve hayatımızdaki aynı rutinleri takip etmeye eğilimlidir. Sorun şu ki bu, beynimizdeki aynı sinirsel devre örüntülerini ve kombinasyonlarını kullanmamıza neden olur ve bu sinirsel ağlar kalıplaşırlar. Düşünme, hissetme ve yapma alışkanlıklarını böyle yaratırız.” Yine rutine olan bağımlılığımızı farklı bir açıdan ifade eden bir diğer bilge de Eckhart Tolle: “Suçlarken, sorumlu tutarken ve haklı olmaya ihtiyaç duyarken çok bilinçli olun. Egonun en derine yerleşmiş bilinçdışı alışkanlıklarından biri haklı olma ihtiyacıdır.” Bu noktada, dikkati yukarıda işaret edilen, şikayet etme ve eleştirme ihtiyacının kaynağına yönlendirirken James Allen üstada kulak kabartmakta fayda var: “İnsan kendi durumunu başkasının düzeltmesini beklememeli, bunu kendisi değiştirmelidir. “Pek çok kişi köledir, çünkü birileri baskıcıdır; baskıcılardan nefret edelim!” şeklinde düşünen ve konuşan oldukça fazla insan vardır. Fakat giderek daha az insan bu değerlendirmenin tersine, “Birileri baskıcıdır, çünkü pek çok kişi köledir; köleleri hor görelim “ deme eğilimi göstermektedir. Şu bir gerçektir ki, hem baskıcı olanlar hem de köleler cehalette işbirliği içindedir ve birbirlerine acı veriyor gibi görünseler de, gerçekte kendilerine acı vermektedirler. Ne var ki, mükemmel bir bilgi, baskı altında olanların güçsüzlüğünde ve baskıcının yanlış uygulanan gücündeki eylem yasasını algılar. Mükemmel bir sevgi her iki tarafın da yüklendiği acıyı görür ama ikisini de yadsımaz; mükemmel bir merhamet ise hem baskıcıya hem de baskı altındakilere kucak açar.

Güçsüzlüğü yenmiş ve tüm bencil düşüncelerinden arınmış bir kişi ne baskıcılar ne de baskı altındakiler arasındadır. O Özgürdür.” Peki her şeye rağmen özgür olmak ya da kalmak mümkün olabilir mi?


Nazi kamplarından sağ çıkmayı başarabilmiş Prof. Viktor Frankl’a göre evet: “Nihai özgürlük her zaman bize aittir ve her zaman bizde kalır. Bu, hangi şartlarla karşı karşıya kalırsak kalalım bir tutum belirleme özgürlüğüdür. Değişemez koşullara nasıl tepki verdiğimiz bize bağlıdır. Başka bir deyişle, bir durumu değiştiremesek te, bu duruma karşı olan tutumumuzu her zaman değiştirmekte son özgürlüğe sahibiz.” Oo la la, demek ki neymiş, tutumlarımızı belirleyebilme özgürlüğüne, dolayısıyla sonuçları değiştirebilme gücüne her zaman sahipmişiz.

Evet, rutine olan bağımlılığımızın ve değişime olan direncimizin farkına varmadıkça, bir kurtarıcının geleceği günü bekleyerek daha çok seçimler yaparız.

Hz. Muhammedin dediği gibi “En büyük cihad, nefisle yapılan cihaddır.” Gerçek devrim kendi alışkanlıklarımızı, putlaşmış kör inançlarımızı, karanlığımızı yıkmaktır.

Karanlığımız derken şunu kastediyorum, örneğin ana kuzusu gibi bir yavru köpeğin ölümünden dolayı sorumluluları lanetlerken, et yemeye devam ederek, her gün sistematik bir şekilde gerçek kuzuların öldürülmesine sebep olmamızdan dolayı rahatsız olmamayı kastediyorum.

Ya da fırsat, olanak ve yetki bulduğumuzda, astlarımızı, çocuklarımızı, öğrencilerimizi, çalışanlarımızı, eşlerimizi bilinçli ya da bilinçsizce baskılayıp korkuturken, bizi baskılayıp korkutanları günah keçisi ilan etmemizden bahsediyorum.

Ve ya toplum içinde namus bekçiliğine soyunup, fırsat bulduğunda şeytana uyma hakkını kullanarak her türlü namussuzluğu yapabilme potansiyelimizden dem vuruyorum.

Yine dilinden düşürmediği değerlerin, eylemlerine bir türlü yansımadığı anlayışların, yetkiye koşarcasına, sorumluluktan kaçarcasına çelişkili tutumlarına işaret ediyorum.

Asıl idam edilmesi gereken bu iki yüzlü yapılarımızdır.

Bu noktada Krishnamurti üstada kulak verelim:

Ey bilge, sakin kişi dinle; gönlü süzülmüş, kalbi arınmış çok güzel söylemiş. (idi yakşı aymış süzülmiş köngül, eşitgil ay bilge ukuşlug amul . Kutadgu Bilig, 3752)


''İnsan zihninde köklü bir devrim meydana getirmenin ne kadar önemli olduğunu söylüyorduk. Kriz bir bilinç krizidir. Eski kuralları, eski kalıpları, eskiden kalma gelenekleri artık kabul edemeyen bir kriz. Ve bütün acısı, çatışması, yıkıcı acımasızlığı, saldırganlığıyla dünyanın ne halde olduğuna bakıyoruz. İnsan hala eskiden olduğu gibi acımasız, vahşi, saldırgan, açgözlü, rekabetçi ve bu çizgiler üzerine bir toplum inşa etti.

Bütün bu tartışmalarda ve konuşmalarda yapmaya çalıştığımız, zihni kökten dönüştüremiyor muyuz, bunu görmektir. Herşeyi olduğu gibi kabul etmemek fakat anlamak için, içinde olmak için, incelemek için, bütün kalbinizi ve aklınızı, sahip olduğunuz her şeyle birlikte, keşfetmeye verin!! Farklı yaşamanın bir yolu… Fakat sadece size bağlı ve asla bir başkasına değil. Çünkü burada öğretmen yok, öğrenci yok, lider yok, yol gösterici yok, efendi yok, kurtarıcı yok. Kendiniz için öğretmensiniz ve öğrencisiniz, efendi, yol gösterici, lider sizsiniz, siz her şeysiniz!! Ve anlamak olanı dönüştürmektir.” Evet “Tek yol devrim.” Eskiyen, bütüne artık hizmet etmeyen, sınırlı benlik anlayışını devirmek.

Aynı zamanda “Huzur islamda.” Yani teslim olmakta, olmakta olana, yani gerçeğe, hazır, beklentisiz ve anda olmakta.

Joe Dispenza’ya göre kişisel devrim, kendimiz olma alışkanlığını kırmayı gerektirir. Rutinlerimizi, alışılagelmiş duygusal tepkilerimizi ve davranışlarımızı da yeni deneyimlerle ve yeni anlayışlarla kırarız.

Seçim yapmak ve karar almak arasındaki farklara dönecek olursak, seçimde bölünmüşlük vardır. Seçimler çatışan düşünceleri, şüpheleri, emin olamamayı, zamanı, kaygı, pişmanlık ve kararsızlığı barındırır. Kararda ise birlik, bütünlük, eminlik, zamansızlık, eyleme geçme vardır. Bireyin İngilizce karşılığı individual yani bölünemez olandır.

O halde alınması gereken karar bölünmüşlük, seçim yapma, umma halinden, bireyliğe, bölünmez bütünlük haline geçmektir. Yapılması gereken de karanlığımızı devirip her an ve her yerde Hakk’a yani gerçeğe, doğruya, güzele ve aydınlığa hizmet etmektir.

Alınması gereken karar budur.

At izinin it izine karıştığı bir çağdayız,

Kutadgu Bilig’de geçer ki: “Arslan itlere baş olursa, itlerin her biri karşısındakilere arslan kesilir.

Eğer arslanlara it baş olursa, o arslanların hepsi it gibi olur.” Ulu Ozan Aşık Veysel’in, ağıdında,

Şüphesiz bu dünya fani

Tanrı'nın aslanı hani

diyerek andığı Ulu Önder Atatürk bedenen aramızdan ayrılmıştı fakat yol göstericiliğiyle her zaman bizlerle olacak:

Uyanmış ve bütün bulanıklıklardan süzülmüş olan insan ne der, işit. (negü ter eşitgil odunmış kişi, kamug bulganuktın süzülmiş kişi Kutadgu Bilig, 3632) “Her şeye rağmen muhakkak bir nura doğru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıkları, ahlâksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdür.” “Bir millet varlığını ve istiklâlini kurtarabilmek için düşünülebilen her türlü teşebbüs ve fedakârlığı yaptıktan sonra başarıya ulaşır. Ya başaramazsa demek, o milletin ölmüş olduğu hükmüne varmak demektir. Öyle ise, millet yaşadıkça ve fedakârca teşebbüslerine devam ettikçe başarısızlık da söz konusu olamaz.” “Biz daima gerçeği arayan ve onu buldukça ve bulduğumuza inandıkça ifadeye cesaret eden adamlar olmalıyız.” Gerçekten sevenlerle, gerçeği sevenlere ve gerçeğe hizmet edenlere selam olsun.

Öptüm, kib, bye :D


3 views0 comments
bottom of page