top of page
Search
  • celikozgur

"KADERİN ADAMI" - ÇANAKKALE SAVAŞINDA MUSTAFA KEMAL

“Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir.”


Evet, Mustafa Kemal Atatürk’ün işaret ettiği zamanlardayız. O’nu unutturmak, inkar etmek ve yermek isteyen, en büyük eseri olan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen iç ve dış gayretlerin belirginleştiği zamanlardan geçiyoruz. Ancak her şeye rağmen “Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır”.

Onun ektiği tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint'ten, Mısır'dan dönüp dolaşıp yine geliyor ve verimli neticeleri kalpleri dolduruyor.

Bugün Çanakkale Zaferi’nin yıldönümü. İngiliz General Oglander’in dediği gibi


"Bir Tümen Komutanı’nın üç ayrı yerde tek başına giriştiği hareketlerle bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek nadirdir."

İşte o zaferi kazanan komutanın adını, bu anlamlı günlerde kasıtlı olarak anmayarak ve silerek unutturmak isteyenlere sormak lazım:


“Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” Al-i İmran, 71


Birileri gerçeği gizlemeye çalışsa da gerçeğin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir özelliği vardır.Bu video’da Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndaki rolünü anlamaya çalışacağız. Tüm şehitlerimizin ve gazilerimizin ruhlarının şad olması dileğiyle, hatıralarını saygıyla ve minnetle anarak başlayalım.


Mustafa Kemal, Çanakkale Savaşı öncesinde Sofya’da askeri ateşe olarak görev yapmaktadır. Cephede aktif bir görev alabilmek için Başkomutanlık vekaletine başvuruda bulunur. Askeri Ateşelik görevinin daha önemli olduğu öne sürülerek görev verilmek istenmez. Enver Paşa’ya bir mektup yazarak tekrar görev ister. Yaşadıklarını:

“O günlerde neler çektiğimi anlatamam. Gerekirse bir er gibi herhangi bir cepheye katılmaya karar vermiştim.”

diyerek anlatır. Görevlendirilme umudunu kesmek üzereyken ve cepheye hareket için bavulunu hazırlamışken. 19. Tümen komutanlığına tayin olduğu haberini alır ve derhal harekete geçer. Harekete geçer ama ortada böyle bir tümen olmadığını anlaması uzun sürmez. 19. Tümeni sahada kendi kurmak durumunda kalır: ) Savaş başlar, deniz muharebelerinden sonuç alamayan itilaf kuvvetleri, karadan çıkarma hazırlıkları yapmaya başlar. Mustafa Kemal de hazırlık yapmaktadır, o günleri şöyle anlatır:

Benim kanaatime göre düşman ihraç teşebbüsünde (çıkarma girişiminde) bulunursa iki noktadan teşebbüs ederdi: Biri Seddülbahir, diğeri Kabatepe civarı... Ve benim bakış açıma göre düşmanı karaya çıkartamadan bu sahil parçalarını doğrudan doğruya müdafaa etmek mümkündü. Bundan dolayı alaylarımı, böyle sahilden savunacak biçimde yerleştirdim.


25 Nisan sabahı Anzak kuvvetleri Arıburnu kesimine çıkarma yapmaya başlar. Sevket Süreyya Aydemir durumu şöyle anlatır:

“Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conk Bayırı yönünde tatbikat yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yar¬bay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal, kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri ol¬duğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conk Bayırı - Kocaçimen Tepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olma¬sına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57. Alayı bir batarya ile Kocaçimen Tepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conk Bayırı’na çıktığında Arıburnu kesimin¬den bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür.”


O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüş¬me sırasında şöyle aktarıyor,

“...Bu esnada Conk Bayırı’nın güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conk Bayırı’na doğru koşmakta, kaçmakta olduğu-nu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak:

- Niçin kaçıyorsunuz? dedim.

- Efendim düşman dediler!

- Nerede?

- İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler.

Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yak¬laşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye... Düşman da bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman bana benim erlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere:

- Düşmandan kaçılmaz, dedim.

- Cephanemiz kalmadı, dediler.

- Cephaneniz yoksa süngünüz var, dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı za¬manda Conk Bayırı’na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘marş marşla’ benim bulundu¬ğum yere gelmeleri için, yanımdaki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...”


Kurmay Albay Fikret Bayır, ‘Strateji Ustası Atatürk’ kitabında aktarır, “Gerçekten de Çanakkale muharebeleri, Türkler için tam anlamıyla bıçak sırtında geçmiş ve kritik yer ve zamanlarda yapı¬lan önemli müdahalelerle inisiyatif ele geçirilerek zafere ulaşılmıştır. Eğer Sanders, Mustafa Kemal’in işaret ettiği gibi Kilitbahir Platosu ve Kocaçimen Tepe’yi koruyacak şekilde ve kıyılarda kuvvetli bir ter¬tiplenme yapsaydı, İngilizler muhtemelen kıyılara hiç çıkamayacak, savaş uzamayacak ve özellikle savunan taraf fazla zayiat vermeden kolayca başarıya ulaşacaktı. Diğer taraftan, Sanders’ın stratejik ha¬talarına rağmen, Mustafa Kemal, çıkarmanın ilk günü Conkbayırı taarruzuyla başlayan ve emir almadan yaptığı müdahaleleriyle cep¬hede durumu dengelemeseydi, ilk gün Anzaklar Kocaçimen Tepe’yi ele geçirecekler ve birinci günün akşamı savaş bitecekti. İşte bu ne¬denle, Mustafa Kemal’e “Kaderin Adamı” denmesi çok doğru bir tanımlama olmuştur.”


Evet, kaderin adamı inisiyatif kullanarak savaşın kaybedilmesini ilk gün engellemiştir. O gün, 57. alaya tarihe geçen şu emrini de verdiği gündür:

“Size ben taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman sırasında yerimizi başka kuvvetler ve komutanlar alabilir.”

Bu emri alan ve yerine getiren 57. Alayın komutanından erlerine tümü şehit düşerek ölümsüzleşmiştir. Kahramanlarımızın ruhları şad olsun!

İlerleyen günlerde, 1 Mayıstaki Arıburnu taarruzunun sonunda ise tarihe geçen bir diğer emriyle kararlılığını yineliyordu Mustafa Kemal:

“Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki, bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar yoksun kalmasına neden olacağını hepinize hatırlatırım.”

***

O günleri Madam Korin’e yazdığı mektupta şöyle anlatıyordu:

Aziz Dost,

İşte Arıburnu’nda İngilizlerle savaştayım. Düşmanın esaslı kuvvetini ezdim, bakiyesi de cesur kıtalarım tarafından sahilde donanma tarafından himaye edilen bir noktaya sürüldü.

Pek ziyade ümit ederim ki düşmanın tam imhası haberini yakında alacaksınız.

***

14 Mayıs 1915'te İngilizler Bombasırtı'nı ele geçirmek için saldırır. O günü Atatürk şöyle anlatıyor:

"Biz kişisel kahramanlıklarla uğraşmıyoruz. Yalnız size, Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe sekiz, on metre, yani ölüm muhakkak… Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulamamacasına düşüyor, ikinci siperdekiler onların yerine geliyor, fakat ne kadar imrenilecek bir soğuk kanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz?.. Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini de biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılmak yok… Okuma bilenler Kuran’ı Kerim okuyor ve Cennet’e gitmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren hayret ve tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur."


8 Ağustos’ta, Conkbayırı İngilizlerin eline geçer. Avustralya piyadesi Kocaçimentepe’ye saldırır. Saldırı sırasında Türk Alayları arasında karışıklık oluşur. Bu karışıklık içinde Atatürk, emrindeki 10. Alayı Conkbayırı’na koşturur. Bu sırada telefonla orduların içinde bulunduğu karışıklığı Kuzey Grubu Komutanlığı’na bildirmiştir. Ve Ordu Kurmay Başkanı Albay Kazım kendisini arar. Mustafa Kemal durumla ilgili değerlendirmesini yaptıktan sonra çözüm teklifini şöyle açıklar:

“...Daha bir an vardır. Bu anı da kaybedecek olursak bir genel felaket karşısında kalmamız pek muhtemeldir...”

“Fakat bu dakikada tek bir tedbir kalmıştır.”

Albay kazım o tedbirin ne olduğunu sorar, Mustafa Kemal yanıtlar:

-“Bütün kumanda ettiğiniz kuvvetleri emrime veriniz. Tedbir budur.”

Albay Kazım sorar

-“Çok gelmez mi?”

Mustafa Kemal'in cevabı kesindir.

"Az gelir!"

Telefon kapanır."

Aynı akşam, Mustafa Kemal Anafartalar Grup Komutanlığına atanmıştır.

10 Ağustosta Atatürk düşmanın ele geçirdiği Conkbayırı’na Taarruz eder.

“Gün doğmak üzereydi. Çadırımın önüne çıktım. Hücum edecek askeri görüyordum. Oradan hücumun yapılmasını bekleyecektim. Gecenin karanlık perdesi tamamen kalkmıştı. Artık hücum anıydı. Saatime baktım. Dört buçuğa geliyordu. Birkaç dakika sonra ortalık tamamen ağaracak ve düşman askerlerimizi görebilecekti. Düşmanın piyade, mitralyöz ateşi başlarsa ve kara ve deniz toplarının mermileri bu sıkı düzende duran askerlerimiz üzerinde bir defa patlarsa hücumun imkansızlığından şüphe etmiyordum. Hemen ileri koştum. Tümen kumandanına rastladım. O da ve her ikimizin refakatimizde bulunanlar beraber olduğu halde hücum safının önüne geçtik. Gayet kısa ve seri bir teftiş yaptım. Önünden geçerek yüksek sesle askerlere selam verdim ve dedim ki: ‘Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphe yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.’ Kumandan ve subaylara da işaretimle askerlerin dikkatini çekmelerini emrettim Ondan sonra hücum safının önünde bir yere kadar gidildi ve oradan kırbacımı havaya kaldırarak hücum işaretini verdim. Bütün askerler, subaylar, artık her şeyi unutmuşlar, bakışlarını, kalplerini, verilecek işarete yöneltmiş bulunuyorlardı. Süngüleri ve bir ayakları ileri uzatılmış askerlerimiz ve onların önünde tabancaları, kılıçları ellerinde subaylarımız kırbacımın aşağı inmesiyle demirden bir kitle halinde aslanca bir saldırıyla ileri atıldılar. Bir saniye sonra düşman siperleri içinde gökyüzüne yükselen bir sesten başka bir şey işitilmiyordu. Allah, Allah, Allah…Düşman silah kullanmaya vakit bulamadı. Boğaz boğaza kahramanca mücadele sonunda ilk hatta bulunan düşman tümüyle imha edildi”.

Fahrettin Altay Paşa’ya göre

“Mustafa Kemal, 10 Ağustos’ta yalnız İstanbul’un değil, bütün bir memleketin işgalini önlemişti. Artık ümitleri kalmayan İngilizler, iki ay sonra Gelibolu Yarımadasını boşaltıp çekilip gitmeye mecbur kalıyorlardı."

Mustafa Kemal’in cephenin en önünde askerleri için cesaret ve ilham kaynağı olduğu sayısız örnek gösterilebilir. 16 Ağustostaki Kireçtepe Muharebereleri de bunlardan biri, Salih Bozok diyor ki:

“İngilizler Çanakkale’de Anafartalar Grubu’nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler ve bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe’yi tutmak lazımdı. Hâlbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altına tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkân görülmüyordu. Kireç Tepe’yi tutmak emrini alan Türk subay ve askeri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu, askerin arasına karıştı ve sordu: “Niçin geçmiyorsunuz?” İçlerinden biri cevap verdi: “Düşman ölüm saçıyor, geçilmez!” Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden: “Oradan böyle geçilir!” dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.”


***

H.C. Armstrong’un “Bozkurt” kitabında anlattıkları da dikkate değerdir.

“Sürekli olarak ateş hattındaki diğer subaylar ve askerlerle ko¬nuşuyor, böylece ilk elden bilgiye sahip oluyordu. Araziyi incelemek için sık sık siperlerden çıkıyor, hatta daha da tehlikeli olanı yapıp, öncü kolun da ötesine geçerek, tehlike bölgesine gidiyordu. Mayıs’ta yapılan bir ateşkeste ölülerin toplanması şurasında (konuşma yeri), bir çavuş kıyafetiyle toplayıcılar arasına karışmış, böylece Avustral¬yalıların siperlerini bizzat gözetleme imkânını elde etmişti. Hiç ara vermeksizin küçük saldırılar düzenlemeye devam ediyordu; hücum anında adamları harekete geçirmek üzere orada oluyordu; kimi za¬man saldırıda bizzat en önde yer alıyordu. Kendisini bir an bırak¬madığı gibi, birliklerinin moralinin gevşemesine de izin vermiyordu.

Tekrar tekrar ateş altına girmekten geri durmuyordu. Kendini hiç sakınmıyor, adamlarının karşı karşıya kaldığı tehlikeleri on¬larla paylaşıyor, ama çevresindeki tüm adamlar öldüğü halde, ona hiçbir şey olmuyordu. Adamlarına örnek olacak şekilde, üzerinde ince ince çalışılmış bir atılganlıkla hareket ediyordu. Bir keresinde, yeni kazılmış bir siperin dışında oturuyordu. Bir İngiliz bataryası sipere ateş açtı. Toplar menzili buldukça şarapneller gitgide daha yakınlara düşmeye başladı; vurulması matematiksel olarak kesindi. Kurmayları sipere girmesi için yalvarmaya başladılar. “Hayır” dedi, “saklanmak adamlarım için kötü bir örnek olacaktır.” İlgisiz ve so¬ğukkanlı bir tavırla kurmaylarıyla konuşurken, bir sigara yakıp ga¬yet sakin onu içti. Bu arada aşağıda siperin güvenliği altında duran adamları, büyülenmiş gibi onu seyrediyorlardı. Düşman topları bir başka hedefe yöneldiler. Patlayan şarapnellerin tozlarına bulanmış da olsa, Mustafa Kemal’e yine bir şey olmamıştı. Bir başka olayda da Gelibolu’ya dönerken bir İngiliz uçağı otomobilini baştan aşağı taradı. Bombalar arabanın önünde ve arkasındaki yolda patladı; bir tanesi de ön cama çarpıp şoförü öldürdü, fakat Mustafa Kemal’e hiçbir şey olmadı. Zaman zaman eline bir tüfek alıp siperden dı¬şarıya uzanıyor, Avustralya siperlerindeki belirli bir hedefe dikkatli ve telaşsız birkaç atış yapıyordu. Açık alanlarda adamlarına cesaret vermek için yavaş yavaş hareket ediyor, kısa menzilde bile, düşman avcıları onu vurmayı başaramıyorlardı. Kesinlikle ve tümüyle hiçbir kurşunun ona rastlamayacağına inanmıştı. Bu inanç, ona olağanüs¬tü bir korkusuzluk aşılamaktaydı.”



Ve 21 Ağustosta Mustafa Kemal’in sıradışı çözümüyle kazandığı 2. Anafartalar Zaferi…

“… kısacası bütün cephede icap eden tedbirlerin alınmasını emrettim. Ancak, düşmanın hücum ettiği tepeye gönderdiğim ihtiyat kuvvetleri varıncaya kadar zaman geçecekti. O zamanı kazanmak gerekiyordu. Elimde bir süvari tugayı da vardı. Bu süvari birliğinin varlığı bende şöyle bir hatıra uyandırdı:

Fransızlar Seddülbahir Cephesi’nde piyadelerinin hücum hatları önünde bir süvari kıtasını, yayılmış olduğu halde bizim hattımıza saldırmışlardı. Bu Fransız süvarilerinin ateş karşısında korkusuzca ölüme koşmaları hoşuma gitmişti. Bu hareketi cidden şövalyevari bulmuştum. Piyadenin önünde bir perde yapıyorlar ve ötesi yok işte, ölüme kucak açıyorlar, arkalarındaki piyadeyi korumak için kendilerini feda ediyorlardı. Bu ne resmedilecek cesaret ve fedâkarlık tablosudur!

Dolayısıyla, derhal bizim süvari alayı kumandanı beyi yanıma çağırdım. İsmailoğlu tepesine taarruz eden düşmanı aynı tarzda bir hareketle durdurmasını kendisine emrettim. Pek kıymetli bir süvari kumandanı olan bu arkadaşımız bütün soylu cesaretini bu münasebetle gösterdi. Bana istediğim zamanı kazandırdı. (…)

Bu durumu Kurmay Albay Fikret Bayır yorumluyor. Çanakkale muharebelerinde 57. Alay’ın, Conkbayırı muharebelerinde, Alay komutanı dahil, tüm personelinin şehit olduğu yaygın olarak bilinir. Ancak 21 Ağustos 1915 günü, Mustafa Kemal’in emriyle çok üstün İngiliz kuvvetlerine kahramanca taarruz eden bu süvari Alayı pek bilinmez. İhtiyat birliklerinin cepheye yetişebilmesi ve savunma bütünlüğünün sağlanabilmesi için bu süvari alayı, komutanı dahil, bir an bile tereddüt etmeden düşmana taarruz etmiş ve tamamı şehit olmuştur. Ne emri veren tereddüt etmiş ne de emri alan duraksamıştır. Ortak düşünce vatan ve vazife aşkıdır. Aslında böyle bir emir verebilmek hiç kolay değildir. Emri verirken bilirsiniz ki ölüm muhakkak! Böyle bir emir alınca tereddüt etmeden uygulamak da ne kadar saygı duyulacak bir disiplindir. Herhalde tarihin seyrini değiştiren anlar bunlardır…

Bu kahramanlığın da yardımıyla İngilizlerin sonraki taarruzları da başarısız kılınarak 15.000’den fazla kayıpla geri çekilmek zorunda bırakılmışlardır.

Ve 7 Kasım 1915’te, İngiliz Savaş Kabinesi Çanakkale’yi boşaltma kararı alır. Zafer kazanılmıştır.

İngilizler 43.000 ölüyle birlikte 205.000 Zayiat, Fransızlar 49.000 Zayiat vermişti.

Türklerde ise 57.263 şehit dışında kayıp, yaralı, hastalık sonucu ölüm, hava değişimi ve hastaneye yatırılanlarla birlikte 207.696 kişi savaş dışı kalmıştı.

1934 Atatürk’ün Cumhurbaşkanı olarak Anzak annelerine gönderdiği mesajı anlam doludur ve bir Barış Sanatçısı olduğunun göstergesidir:

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yanyana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlâtlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlâtlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlâtlarımız olmuşlardır.”

Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, yurdunu, milletini özünden çok seven, ülküsü yükselmek, ileri gitmek olan, varlığını Türklüğe, doğruluğa armağan edenlere ve Ne Mutlu Türküm diyenlere selam olsun.



140 views0 comments
bottom of page