top of page
Search
  • celikozgur

ÖZ(ü)GÜRLEŞ(tir)MEK

Özgürlük neydi? Kişinin her istediğini yapabilmesi mi? Ya da istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmaması mı? Yoksa değiştiremediği koşullar karşısındaki tutumunu seçebilmesi mi? Özgürlük kuşkusuz yaşamı anlamlandıran bir kavram ve farkındalığımız yükseldikçe özgürlüğü kavrayışımız da derinleşiyor.


Özgürlük tarih boyunca hem entellektüel hem de toplumsal boyutta bir araştırma ve mücadele konusu olmuş. Konuya bireysel düzlemden başlayarak yaklaşmayı sağlıklı buluyorum. Çünkü dış dediğimiz dünya iç dünyamızın yansıması bir anlamda. Şeyleri ancak benliğimizin sınırlarınca algılayabildiğimiz için, kendimizi anlayışımızı geliştirmek özgürlüğü de daha özgürce kavrayabilmemize yardımcı olacaktır. Sürekli, içsel ve dışsal seçimler yapıyoruz. Ve bu seçimleri büyük oranda bilinçdışı inançlarımız, alışkanlıklarımız ve duygularımızın etkisinde yapıyoruz. Bu anlamda kendimizi ne kadar tanır, bilincimiz dışındakileri bilince çıkarır ve etkilerinden özgürleşirsek seçimlerimizde de o kadar özgürleşebiliriz. Örneğin gölgede kalmış ve bastırılmış öfke, korku, üzüntü gibi duygularımız bilinçdışı olarak düşüncelerimizi ve dolayısıyla davranışlarımızı da etkiliyor. Gölgelerimizle yüzleşip aydınlığa kavuşturdukça da bu etkilerden özgürleşiyoruz.


“Veritas vos liberabit — Gerçek sizi özgürleştirir”


Özgürlüğe giden yol gerçek doğamızı anlamaktan ve olanı olduğumuz gibi değil olduğu haliyle görebilmekten geçiyor. Dışımızdaki koşulları değiştiremesek de algının doğasının bilincinde olarak, belirleyeceğimiz tutumu seçebiliriz. Nazi kamplarında insan davranışlarını gözlemleme ve sağ kurtulma şansı bulmuş Prof. Victor Frankl’ın dediği gibi “Nihai özgürlük her zaman bize aittir ve her zaman bizde kalır. Bu, hangi şartlarla karşı karşıya kalırsak kalalım bir tutum belirleme özgürlüğüdür.”


Bu noktada, özgürlüğe giden yolda karşımıza sorumluluk kavramı çıkıyor. En değiştirilemeyecek koşullar altında dahi tutum belirleme özgürlüğü elimizdeyse, seçimlerimizden, başta kendimize karşı olmak üzere sorumluyuz. Nelson Mandela da bunun bilincinde olsa gerek yıllarca hapiste tutulduktan sonra serbest kalışını “Kapıdan çıkıp, özgürlüğüme açılan geçide doğru yürürken, acımı ve nefretimi geride bırakmazsam, hala hapishanede olacağımı biliyordum.” sözleriyle anlatıyordu.


Seçimlerimizin sorumlusu olduğumuz gerçeği özgürleştirici olduğu kadar korkutucudur da! Freud’un dediği gibi “Çoğu insan özgürlük istemez çünkü özgürlük sorumluluk içerir ve çoğunluk sorumluluktan korkar.” Sorumlu olduğumuzu kabul etmek kolay değildir çünkü bir kere kabul ettikten sonra konfor alanlarımızda kalmaya ve kendimizi kandırmaya devam edemeyiz. Özgürlüğün çağrısı gerçeği görerek, sorumluluk alarak korkularımızı aşmamız yönündedir. Bu durakta tekrar gerçeğe başvurarak korku engelinden özgürleşebiliriz. Korkunun gerçek olmayan öznel doğasını kavradıkça ve kankamız cesaretle korkularımızın üzerine gittikçe özgürleşiriz. Sorumluluktan kaçtığımız sürece, hayatımızın lideri olabilmekten de kaçıyoruz. Hayatımızdaki iş, sağlık, mutluluk konularındaki problemleri­mizi bizden başkası çözemez. Tek yol kolay olmasa da sorum­luluk alarak gerçekliğimizi yaratmaktan geçiyor. Yoksa kurban psikolojisiyle patronumuzu, ebeveynlerimizi, sistemi suçlayıp yakınmaktan başka bir şey kalmıyor. Dr. Scott Peck, ‘Az Seçilen Yol’ kitabında bu durumu, “Biz, bir sorunu ancak “Bu benim sorunum ve onu çözmek bana bağlı” dersek çözebiliriz. Ama birçok kişi, kendi kendine “Bu soruna başkaları ya da benim kontrolümün dışındaki sosyal koşullar neden oldu, dolayısıyla bu sorunu benim için çözmek diğerlerine veya top­luma düşer. O gerçekten benim kişisel sorunum değil” diyerek sorun­larının acısından kaçınmaya çalışır.” diyerek belirtiyor. Evet, sorumluluğu kime yüklüyorsak, farkında olmadan gü­cümüzü de ona veriyor, çaresizce ve etkisizce bir figüran rolün­de hayatımızı sürdürüyoruz. Tek çıkış yolu bilinçle sorumluluk alarak içimizde ve dünyada değişim yaratmak.


James Allen’ın günümüze de ışık tutan sözleri özgür kişiyi söyle tarif ediyor:

Şu bir gerçektir ki hem baskıcı olanlar hem de köleler cehalette iş birliği içindedir ve birbirlerine acı veriyor gibi görünseler de gerçekte kendilerine acı vermektedirler. Ne var ki, mükemmel bir bilgi, baskı altında olanların güçsüzlüğünde ve baskıcının yanlış uygulanan gücündeki eylem yasasını algılar. Mü­kemmel bir sevgi her iki tarafın da yüklendiği acıyı görür ama ikisini de yadsımaz; mükemmel bir merhamet ise hem baskıcıya hem de baskı altındakilere kucak açar. Güçsüzlüğü yenmiş ve tüm bencil dü­şüncelerinden arınmış bir kişi ne baskıcılar ne de baskı altındakiler arasındadır. O özgürdür.


Konu özgürlükken ilham kaynağı atalarımızı anmadan olmaz. “Ben yaşayabilmek için kesinlikle bağımsız bir milletin evlâdı kalmalıyım!” demiş ve milletini bağımsızlaştırmış Atamızı hatırlayalım: “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben, milletimin ve büyük atalarımın en değerli mirasından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım!”

Ve KORKMA! diye başlayan marşımızı haykıralım!

Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım

Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım


Özgürlüğün çağrısına kulak verelim… Gerçekten sorumlulukla, cesaretle ilham alarak, Öz’ümüzün sesini yükselterek, Öz’ümüzü gürleştirmemiz, özgürleşmemiz dileğiyle…


3 views0 comments
bottom of page